Geleceğimiz, çocuklarımız ve sağlıklı beslenme üzerine bir söyleşi…
Güneş baharın müjdecisi ama soğuk da “mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” deyişini destekler gibiydi. Nazilli İpek Hanım Çiftliği’nin kurucusu Pınar Kaftancıoğlu yine bir söyleşide bulunmak için İstanbul’da, ben de her defa olduğu gibi peşindeydim. https://mutfakpenceremden.com/2012/04/30/ipek-hanim-ciftligi-ile-istanbul-bulusmasi/Bu defaki söyleşinin ev sahipleri çok özel kişilerdi. Çocuk ve yetişkin sağlığı konusunda son derece duyarlı kişiler olan Etiler, Happy Nest Çocuk Kulübü’nün kurucuları, Pınar Hanım’ı anneler ve diğer aile büyükleri ile doğrudan bir araya getirip sorularını sorabilmeleri için uygun bir zemin hazırlamışlardı. Kendileriyle toplantı öncesi görüşme ve mekanı az da olsa fotoğraflama fırsatım oldu. Aldığım bilgiye göre ortaklar kendi çocukları için sağlıklı oyun ve faaliyet ortamı sağlamayı düşünürken bu proje ortaya çıkmış ve bir seneyi aşkın bir süredir 3-12 yaş gurubu çocuklara atölye çalışmaları, oyun alanları, ve sağlıklı oyuncaklar ve kitaplar temin ederek yararlı oluyorlar. Üç katlı binanın bahçe katında pırıl pırıl bir mutfağı ve sağlıklı yiyecek ve içeceklerle donatılmış bir büfesi var.
Şeker yerine balla tatlandırılmış limonatadan tam buğday unundan yapılmış tereyağlı kurabiye ve poğaçalara kadar büfede gördüğümüz her şey dışarıda satılan hazır gıdalardan çok çok farklıydı. Çocuklar için özel doğum günü organizasyonları da yapan Happy Nest, Pınar Kaftancıoğlu’nun doğum günü olduğu için o gün kendisine İpek Hanım Çiftliği’ni anımsatan sürpriz bir doğum günü pastası hazırlatmışlardı. Pınar Hanım’ın gelini ve torununun da katılmasıyla hem duygulu hem de neşeli saatler yaşandı.
Burada birşeyi vurgulamalıyım, ev sahibeleri, pastanın üzerindeki şekerlemelerin yenmemesinin daha doğru olacağını, ne de olsa gıda boyası içerdiğini hatırlattılar.
Toplantı, İstanbul trafiğinin azizliğinden nasibini aldı ve davet saatinden bir saat geç başladı ama kimse yerinden ayrılmadı. Çünkü amaç güvenilir bir ağızdan, özellikle çocukların sağlıklı beslenebilmesi için nelerden uzak durmak, nelere daha fazla yönelmek gerektiğini öğrenmekti. Annesi toplantıda olduğu için dışarıda mızmızlanan çocuklara, geç kalınan randevulara rağmen anneler Pınar Hanım’ı soru yağmuruna tuttular.
Gelelim neler konuşulduğuna. Diğer toplantıların ardından da yazdığım gibi en baştan söylemeliyim ki bu söyleşi kesinlikle bir reklam amacı taşımıyordu, çünkü çiftliğin kapasitesi ancak yıllardır hizmet alan sabit müşterisine yetiyormuş ve yeni kayıt alınmadığı için de gelen şikayetler çok fazlaymış. Ancak Pınar Hanım sürekli olarak kendininkine benzer irili ufaklı çiftlikler oluşması için örnek teşkil etmeye çalıştığını vurguluyor. Memleket topraklarında bu işe yatkın yerleri öneriyor. Altını çizdiği önemli bir konu bu işe soyunacakların uzun bir süre kar amacı gütmeyecek kadar sermayesinin olması. Bu gözle bakınca aslında gerçekten ülkemizde doğru tarım yapacak bir çok varlıklı insan vardır ama mühim olan uyanmak ve sermayeyi doğru yere yönlendirmek. Annelerden gelen soruların çoğu doğru süt ve süt ürünleri, tavuk balık ve et konusundaydı. Ardından un ve ekmek geldi. Evde ekmek yapabilmenin önemi vurgulandı. Organik diye satılan bir çok gıda maddesinde dahi son derece zararlı katkılar olabildiğinin, ihracattan geri dönen bir çok ürünün iç piyasaya nasıl sürüldüğünün de konuşulduğu söyleşide, konu döndü dolaştı ailelerin bilinçlenmesine, birleşip, bize sunulan gıdaların kontrolü için daha güçlü sivil platformlar oluşturulmasına geldi. Salonda bulunan tüm misafirler bu konuda çok heyecanlı ve hevesliydiler. Evde doğru beslenmek kolaydı ama yuvadan başlayarak bütün okul sürecinde çocukların neyle beslendiğini kontrol etmek çok zordu. Pınar Hanım annelere bu konuda daha önce başarıya ulaşmış platformları örnek gösterince heyecan arttı ve sanıyorum yakında önce İstanbul’dan başlayarak diğer illerde de benzer platformalar oluşacak ve denetimler artacaktır. En çok üzerinde durulan “tavuk” konusuydu. Tavuksuz bir beslenmenin mümkün olduğu, bir yıl hiç tavuk tüketilmezse üreticilerin de olaya bakışının değişebileceği vurgulandı. Hatta şu an Ege ve Akdeniz’de yetişen tüm balıkların market raflarındaki tavuklardan daha sağlıklı beyaz et kaynağı olduğuna da değinildi. Şeker ve tuz konusu da gündemdeydi. Annelere çocuklarına bebeklikten başlayarak bazı tatları öğretmemesinin ilerideki yaşamlarına getireceği yarar da konuşuldu.
Ben burada yazdıklarımı noktalayıp, Pınar Hanım’ın bu haftaki yazısını noktasına virgülüne dokunmadan sizlerle paylaşmayı tercih ediyorum. Zira önümüzdeki günlerde yine bu ve benzeri konular bu sayfalarda yer alacak. Sağlıklı yaşam için kolları sıvayan bütün platformları destekleyecek ve elimden geldiğince duyurmaya çalışacağım. Gelecek hafta pazar günü Slow Food Türkiye‘nin un, maya ve ekmek üzerine hazırladığı toplantıya katılacağım ve size oradan da haberler vereceğim.Bu arada bizim bir sonraki ekmek atölyemiz 16 Mart Cumartesi günü olacak. Duyurulur.
Sağlık ve neşeyle kalınız.
“Gaziantep’teyim. Çok neş’eli geçen İstanbul buluşmasının arkasından, Gaziantep Soroptimist Derneği’nin yemeğine konuk oldum. Her iki ziyarette de inanılmaz bir zerafet ile ağırlandım. Son derece mahcup, son derece müteşekkirim. 🙂 Katılan herkesi iade-i ziyaret için mutlaka beklerim. 🙂
Bu sabah gözümü Gaziantep’te açar açmaz sokağa attım kendimi. Bakırcılar, sedefçiler ve demirciler arasında onlarca usta ile tanıştım. Alın teri dökerken kenardan izlediğim ustalardan biri çay ikram etti. İçtik. Derdi, derdimiz hep aynı… Mesleğini öğretemeyecek olmanın üzüntüsünü yaşıyor. Kilim, halı dokuma tezgahları bitiyor, nazan boncuğu ocakları son günlerinde… Çin ile rekabet edemiyor. Üretim bitiyor topyekün. Montaja, ithalata, al – sat’a dönüyor herkes. Pamuk yastıklar, yün yorganlar, yataklar tedavülden kalkalı çok oldu. Oysa vücuttaki elektriği alırdı. Dinlenmiş uyanırdık. Beş para etmez elyaflar, sentetikler uçuşuyor yatak odalarına… Kolay olan, zahmetsiz olan galip geliyor.
Annelik de mi payını aldı bu furyadan..? Evladını gözünden sakınan, okula gideceği sabahlar erkenden kalkıp beslenme çantasını hazır eden, evladı okuldan döndüğünde atıştırmalık bir şeyler isteyecektir diye düşünüp fırına bir tepsi poğaça süren anneler kayboluyor. Akşamdan mayalanan, bir battaniye ile kaloriferin üzerine konan yoğurt görüntüsü, dönem dizilerine hapsoluyor. Her şey hazır, her şey kolay elde ediliyor.
Eski anne – çocuk ilişkileri… Onu da kaybediyoruz. Anne çocuğunu baş tacı ederdi, çocuklar da anneyi, babayı… Hafızamda annemin görüntüsü hep masanın ucundaki hali ile kaldı. Yemek masasına oturur, bir yandan öğrencilerinin sınav kağıtlarını okurken bir yandan da telaş ile köfte yoğururdu. Ufak bir tencerede, üzerine bez örtülmüş, demlenen şehriyeli pilavın kokusunu duyunca sevildiğimizden emin olurduk. Ne abim ne ben… Bir dakika olsun unutmadık annemin anneliğini. İki eli kanda olsa, İstanbul’un trafiği de milim ilerlemez olsa ne yapar eder, her vesile ile anneme ulaşır abim. Öpüp koklamadan iki günlük seyahatlere bile çıkmaz. Ben uzak kaldım biraz, yine de Nazilli’den her gece, her sabah ararım. Başka bir bağlılık…Oysa şimdi ”kolaylık” peşine düşüyoruz hepimiz. Çocuklarımıza bakmak hiç olmadığı kadar kolay… Düşünüyorum, üzülüyorum.
Değişmemiz lazım. Özümüze dönmemiz lazım. Çaba göstermemiz lazım…
Değerleri korumak adına, illa ki çaba göstermemiz lazım. Halk deyişlerimiz, türkülerimiz, mutfağımız, damak tadımız, insani ilişkilerimiz, misafir severliğimiz, her biri korunmaya değer eşi benzeri olmayan bir dolu güzelliğimiz… 🙂 Hatıralarda kalmasın, yaşasın istiyorum. Sofralarınızda Hollanda peynirleri yerine Kars Gravyeri olsun, Fast Food istediğinizde hamburger değil Sultanahmet Köftesi tercih edin, Japon Eriği yerine Hormoz Eriği isteyin manavdan. MDF mobilya yerine masif ağaç alın. Size mobilya yapan bir marangozunuz olsun. Bir koltukçunuz olsun. Somon yerine Barbun yiyin. Türk Kumaş Sanayisi’ni destekleyin.
Senede bir dekor değiştireceğimize Anadolu’ya has, gerçek bir el halısına hak ettiği değeri ödeyin mesela… Aldığınız halının yerine bir halı daha örülür. İki kız daha evine bu işi alır. Para kazanırlar. Sizin evinizde bu güzelliği gören arkadaşınız da el halısı almaya karar verir. Hop… İki kız daha kendi evlerinde bir halı dokumaya başlar. Kazandıkça, takdir gördükçe ömür boyu devam eder bu işe, gençler. Çocuklarına, torunlarına öğretirler. Masal gibi adeta… Korumaya, sürdürmeye, yaşatmaya değecek bir masal…
Kültürünü, sanayisini, üretimini koruyamayan ulusların kişiliklerini de kaybedip sömürge olması an meselesi. Hayatınızda neleri görmek istiyorsanız, görmek istediğiniz şeyler için emek ve zaman harcamalısınız. Destek vermelisiniz. Her biri dönmemek üzere uçup gidecek yoksa birer birer. Sonra bir gün gelecek, Antep çarşılarında beyran, baklava dükkanları arasında el dokuması, gerçek bir kutnu kumaşı ararken dinledikleriniz duygusallaştıracak sizi, oturup böyle satırlar yazacaksınız birilerine…”