İçeriğe geç

Dayanayıp yine Pınar Kaftancıoğlu’nun bir yazısını paylaşıyorum…

10 Kasım 2014

Söz söylemeye ,yorum yapmaya gerek yok. Her hafta benzer yazılarla gözümüzü,zihnimizi açmaya çalışan yazılarından dolayı Pınar Hanım’a bir kez daha teşekkürler.

“Sadece yirmi beş yıl önce otizm teşhisi 25.000 çocuktan 1’ine koyulur iken bugün bu sayı 40’ta 1’e yükseldi. 2020’nin tahminlerini duymak bile istemezsiniz.”. 
Gerçekten de istemedim. Gerisini okumak, dinlemek konusunda tereddütler. Yine de merak… Hem bizim toplumda, hem dünyada çizilmiş grafikler buldum. Ağzım bir karış açık; bir yandan da beynimin en gizli köşelerinde çoktandır hissettiğim şeylerin bilimsel grafikler ile kusursuz uyumunun şaşkınlığı… 
Uzun yıllar müptelası olduğum sinkaf ile deşarj olma hallerimi “Arkadaşım sen ne yiyorsun, ne içiyorsun? Ne olmuş sana?”ya evriltmiştim ve çileden çıktığım nadir zamanlar haricinde, yetişme çağındaki küçük çocuklara “zararsız” olarak gösterilmeye başlanmıştım oysa. Şimdi olayda farklı bir boyuta geçtim. 
Yok, artık o derece sinirlenmiyorum. Çünkü beni bu derece sinirlendirenlerin, aslında zehirlenmiş bireyler olduğunu düşünüyorum. 
Arkeologlar, şarabı tatlandırmak için kullanılan kurşun asetatına; özellikle yöneticilerin ve zenginlerin dişlerinde, kemiklerine rastlıyorlar. Muhakeme yeteneklerinde azalma, ahlak bozukluğu ve berbat davranışlar sergileyen yöneticilerin; kurşun zehirlenmesi ile imparatorlukların sonunu getirdikleri bir varsayımdan ötesi olabilir mi..? 
Ben çocukken Almanya’da bir kurşun fabrikasında ayda 3-4 kişinin intihar ettiğini, kurşun yüzünden delirium geçirdiklerini anlatan babamı hatırladım. O kurşun bugün egzoz gazları ile her yerde. Yasal oranların her şeyde tekrar ve tekrar düzenlenmesi, çapraz etkileşimler için çalıştaylar oluşturulması şart da… Talep olmayınca arz da olmuyor ne yazık ki…
Boyalı sütleri, yoğurt olmayan yoğurtlar; kek olmayan, içlerinden yemyeşil bir sıvı akan tuhaf şeyler ortalıkta oldukça… Makarnaya benzeyen kimyasal şeylerin reklamları “Şip-şak, at – bak” diye dönüp durdukça; hayvana ayrı, etine ayrı enjeksiyonlar ile ortaya çıkarılan garip şeyler kasaplarda bulundukça…
Başınızın en büyük belası olan suni mayalar ile üretilen mandıra ürünleri, bembeyaz ekmekler, Boraks katkısı ile çıtırdayan bilmem kaç katlı gofretler, dondurma külahları… Savaş da dönüyor da hep yanlış yerde dönüyor. “Damacana su içmeyin, damacanada Bisfenol A var!” mail’leri dönüp durmaya başlayınca asla tam anlamıyla yıkanamayan, hatta bir dönem sırf bu yüzden yasaklanan, sonra “ne hikmetse” yeniden hortlayan cam damacanalara dönüş başlıyor. “Bisfenolden kurtulduk. Bize dünyada ölüm yok” rahatlığı..? Oysa sıradan bir günde, Bağdat Caddesi’nde 5 dakika yürürken aldığınız Bisfenol A’yı 60.000 damacana su içerek bile alamıyorsunuz. 
Bu arada Dilovası’nda, İzmit’te, Yalova’da, Kocaeli’nde, Silivri’de… Ağır metal kirliliğinin en üst seviyede olduğu bölgelerde “sağlıklı tarım” (!) yapılıyor. Ana sütünde, kordonda dahi ağır metal saptanıyor artık. Perşembenin gelişi Çarşamba’dan belli oluyor. 
Paragrafın tam burasında “Ama ne yapalım, nereden bulacağız? Siz de çok pahalısınız?” filan filan’a bir yanıt…
Ben bir kez daha, inatla yazayım. Gıda; hayatınızda alacağınız, peşine düşeceğiniz en önemli unsur. İhtiyaçlar piramidinde oturulacak residence’lardan, arabalardan, akşam gidilecek restoranlardan, en son model cep telefonlarından, markalı çantalardan çok daha üstte ve çok daha önemli. Gerçek ve sağlıklı gıdanın artık tüm tezgahlardan, tüm dükkanlardan elini ayağını çektiği, her şeyin zehirlendiği; bilim insanlarının, yazarların, çizerlerin, sayfaların, paragrafların jetonla çalıştığı tuhaf dönemlerdeyiz. 
Vicdan ile cüzdan arasında bir savaş var derlerdi, o savaşı maalesef cüzdan kazandı. Hem de tüm cephelerde kazandı. Basitçe düzenlemek, derli toplu harcamak; bütçeyi israf etmeden, çöpe bir elma kabuğu bile atmadan, onu dahi besin kaynağı olarak kullanarak yaşamak ile bir adım atın derim. Anadolu’daki akrabaları, oların komşularını uyarmak ile, beklentilerinizi anlatmak ile ilerleriz ancak. Ayvalık’taki yengeniz, Mersin’deki halanız Allah aşkına genetiği ile oynanmış salçalık domates almasın. Yayla domatesini bulsun, alsın. O alırsa dikilir. O yayla domatesini diken adam satarsa seneye iki katını diker. Siz doğru olanı talep etmez iseniz tarım kurtulmaz. Kurtulamaz.
Manipülatif algı yönetimleri, o cıngıl cıngıl reklamlar, sözde bilenler, konuşanlar ile piyasa kurbanlık koyun gibi yönetiliyor, yönlendiriliyor. Duyduğunuza inanmak yerine kendi araştırmanızı kendiniz yapın her zaman. Sorun, ispat isteyin, analiz yapın, yaptırın. Şirket tarımını köy tarımının yerine koyup, tarımı ufak alanlardan, ailelerin elinden alma, sistemleştirme güdüsü dağları sardı. Avuçları kaşınıyor; boşa çıksın bu arzu. Lütfen, lütfen ve lütfen… 
 
Birkaç kısa not… 
 
“Yeşili kesenin, yeşile kıyanın gözü bir daha yeşil görmesin.”. Yırca için direniyorlar. Elimden ne gelirse… Sizler de ulaşmak isterseniz iletişimi keyifle sağlarım. Söz konusu ağaç ise ben daima varım. Dönen bu çarkı protesto etmek isteyen herkesin bu bölgelere ulaşıp köylünün kendi evinden zeytinini, zeytinyağını satın almasını şahsen rica ederim. Gerçek tereyağını, gerçek zeytinyağını bulun. Aracısız alın. O zaman savaşta en güçlü silahı, o köylüye siz sağlamış olursunuz. Her yerden, her bölgeden para kazandırsın zeytinyağı. Üretene. Aracıya değil, üretene. 
Reklam
2 Yorum leave one →
  1. Lal Deniz permalink
    10 Kasım 2014 23:21

    Pınar Hanım ben ve benim gibi bir grup insan için son yerel seçimlerde aday olduğu parti nedeniyle inandırıcılığını ve güvenilirliğini yitirmiştir. Gıdaya politika karıştırmış, politik tercihi de hepimizi hem şaşırtmış hem de acıtmıştır. Biz artık kendisini dinlemiyor, duymuyoruz. Siz de aynı politik tercihte onunla bir iseniz sizi de artık takip etmeyeceğim. Lütfen gıdaya, sağlıklı gıdaya politik parti gölgesi düşürmeyiniz. yetişenler belli. Malum gölge. İyi günler.

    • 11 Kasım 2014 00:13

      Mail olarak yorumunuza cevap verdim sevgili Lal Deniz. Bir kez de burada yazmak istedim. Kimsenin politik görüşüyle ilgilenmiyorum sadece doğru gördüğüm benim de eleştirdiğim konulara paralel gördüğüm şeyleri beslenme konusunda uyarmak açısından blogumda paylaşmayı tercih ediyorum. Ayrıca yazılarımın hiç birinde politikayı gıdaya karıştırmayla ilgili bir şey yok olamaz da.Ancak mailimde de dediğim gibi politik de olsa şu an bana haksızlık yapmış dahi olsanız “duyarlı bir takipçi” olmanız açısından yorumunuzu burada da cevaplamak istedim

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: