İçeriğe geç

Çandır, canmış meğer…

12 Mayıs 2015

Merhaba herkese,

Beni takip edenler bilir, kızlarımın küçüğü bundan üç yıl önce işi gücü bırakıp farklı bir yaşama doğru yuvadan uçmuştu. O gün bugündür o köy senin bu kasaba benim; çalışa, danışa, kentten köye göç serüvenini sürdürmekte. Nerelere gitti, bugüne kadar neler yaptı, bu serüven aslında tam olarak kaç yılında başlamıştı? Bütün bunların cevapları detaylarıyla onun kendi sayfalarında okunmayı bekliyor. “https://heryerbenimevimdir.wordpress.com” Burcu bir yıldır arkadaşlarıyla birlikte biraz olsun göçebelikten yerleşikliğe doğru yeni bir adım  attı. Şu sıra toprakla haşır neşir olmayı, kendi ürettiği keçe işleriyle şimdilik ufak da olsa ihtiyaçlarını karşılayacak gelir elde etmeyi, dikiş dikmeyi  öğrenirken  bir yandan da onun gibi düşünen, onun gibi kendi ürettikleriyle geçinmeye çalışan, onun gibi yaşamayı hedefleyenlerle bir araya gelmeye, topluluk olmaya çalışıyor. Bakın şimdi yine Burcu’nun kendi kelimelerine kendi anlatısına ihtiyaç duydum. Onun ve onun gibi düşüneneler için topluluğun ne anlama geldiğini en doğru şekilde yine Burcu’nun kendisi anlatabilir. Bu yüzden ben sınırlarımı bileceğim ve size kızımın bir yıldır yaşadığı Köyceğiz’e bağlı Çandır köyüne yaptığımız yolculuğu anlatmakla yetineceğim.

“Çandır candır ”  sözünü ilk Burcu ve arkadaşlarından duymuş, o günden beri de Çandır’ı iyice merak eder olmuştuk. Burcu, Emre ve Begüm’ün bizi köye davetiyle merakımız heyecana dönüştü. Burcu’nun özlemini duyduğu anne mutfağını çantalara yükleyip 30 Nisan sabahı henüz güneş doğmadan Dalaman’a uçtuk. Emre, Dalyan’da  bir başka kentten köye göçmüş aileden arabalarını ödünç almış, Burcu’yla birlikte bizi karşılamaya gelmişti. Bavulları arabaya yükleyip Çandır’a gidebilmek için önce Ortaca’ya sonra da Dalyan’a ulaştık. Yolculuğumuz otuz beş, kırk dakikadan fazla sürmedi. Dalyan’a vardığımızda karşı kıyıya geçebilmemiz için fotoğrafta gördüğünüz şu küçücük kayığa üstelik bavullarla bineceğimizi kürekleri de bir kadının çekeceğini öğrenince ne kadar şaşırdığımızı anlatamam.

1-Çandır candır

Ha bir de başka yolcu bile aldık kayığa. Tadına doyamadan geçiverdik karşıya. http://www.dalyaninfo.com/dalyan-harita.html Karşısı Çandır. Burcular’ın evi köyün yukarısında. Araba yoluyla 4 km kadar. Onlar yürüyüş için kestirme yolları ezber etmişler çoktan. Motosiklet kullanıyorlarmış ulaşım için ama bizim orada olduğumuz süre için takas edivermişler onu bir arabayla.(Takas ve armağan ekonomisinde olağan ve pek keyifli böyle şeyler) Ağır ağır etrafı görerek Kaunos Harabeleri’ne kadar geldik. Kaunos Harabeleri bu köye turizmi getirmiş. Az sonra Burcu’nun arkadaşlarıyla beraber yaşadığı evin önündeydik. Bahçe kapısından içeri girince günlerdir internette fotoğraflarını paylaştıkları sebze bahçeleriyle karşılaştık. Bu konu bayağı uzun onun için sonraya bırakmak istiyorum. Eşyalarımızı içeriye taşıdık. Bize hazırladıkları şirin mi şirin odaya yerleştiğimizde  Burcu ve Emre ateşi yakmış çayı demlemişlerdi bile. Geldiğimizi duyan komşuları hemen tereyağı, çökelek ve yumurta getirdi.Kahvaltı soframızda yok yoktu. Bahçeden toplanan ısırganla yapılan omletten tutun da tahin pekmeze, cevizden rokaya kadar nefis bir kahvaltı sofrası bizi bekliyordu. Çeşit çeşit ev ekmeği de cabası.

1-Çandır candır1

“Çandır candır ” deyenlere hak vermiştik çoktan. Şehirde bıraktıklarımızı, derdi, tasayı, hastalıkları, parayı pulu o güzelim kahvaltı sofrasında unutuvermiştik. Kahvaltı güzel,hava güzel, bülbüller, güvercinler ve horozların korosu susmak bilmiyor. İnsan daha ne ister diyeceksiniz. Her şey doğal güzel ama bu doğal güzeli bulmak ve devam ettirmek o kadar da kolay değil. Daha ilk günden zorluklarını yavaş yavaş görmeye başladık. Hoş bizimkiler bunları şehirde yaşadığımız zorlukların yanında yok sayıyor ama bilmeyene yine de zor. Öğrenmek gerek en azından. İş bahçeyi ekip biçip sulamak, ocak yakmakla bitse yine iyi. Köylüyle yaşamayı, onun dilinden konuşmayı(içerik olarak) da öğrenmek gerekiyor. İlişkiler çoook ama çok önemli köylük yerde. İnsanlık çok önemli. Şehirde çoktan kaybettiğiniz insanlığınızı burada bir günde yakalayabiliyorsunuz.

İlk gün çok erken geldiğimiz için zaman sanki akmıyormuş gibi geldi bize. Meğer yanılmışız, zaman orada gerçekten bir başka türlü işliyor.Kimse  “şimdi şunu yap, sonra bunu yap, geç kalma, aman, eyvah, yapılmalı, edilmeli, mecbursun” gibi sözler kullanmıyor. Onlar sorumluluklarını biliyorlar ve zamanla kısıtlamadan yerine getiriyorlar. Eğer  bahçe daha önemliyse;  ki evet öyle o zaman sabah sporu ertelenebiliyor, ya da o gün pazara gitmek gerekiyorsa evdeki diğer işler bekleyebilir; bu mayalanacak ekmek dahi olsa. Her iş bir diğerini bekleyebilir. Aceleye gerek yok. Felsefe; her şeye zaman var. Bu evde de bir takvim var ama günleri göstermiyor bu takvim, bu takvim doğanın takvimi. Ne zaman neler olur, hangi ayda ne ekilir ne biçilir? Dediğim gibi, doğada yaşıyorsanız bunları bilmeniz gerekiyor.

Tabii orada bulunduğumuz süre içinde sadece bir kez yemek pişirdik, çünkü İstanbul’dan hazırlayıp götürdüğüm mücver,börek,pırasa köftesi ve zeytinyağlı sarma ve tabii kurabiyeler birbirimize daha fazla zaman ayırabilmemize yardımcı oldular. Sarma deyince muhakkak paylaşmam gereken bir fotoğraf var; Burcu’nun dolmaları mideye götürüşü. Üç gün boyunca dolma kutusunu altından girdi üstünden çıktı. Bun arağmen döndüğümüzde hâlâ bitmemişti dolmalar. Biraz abartmış mıyım yaparken, ne?

1-20150430_195853                                                  Emre’nin şaşkın bakışları eşliğinde dolma yiyen Burcu…

Burcu’nun keçe işlerini çok merak ediyordum. Köyün marangozuna yaptırdığı keçe çalışma masasının başına geçtik; Burcu gösterdi ve birlikte çalışmaya başladık. Renklerle oynamak, sonra her şeyi oluruna bırakıp sürprizlerle karşılaşmak, ortaya çıkan her şeyden memnun olmak. Bunlar harika duygular. Keçe işinin detayı da Burcu’nun yazılarında var. Üstelik yaptıklarını satışa sunduğu bir de adresi var. https://www.facebook.com/pages/BoloBolo-Burcunun-%C4%B0%C5%9Fleri/394914757326211?fref=ts

Burcu gerek batik, gerek keçe işleriyle uğraşırken büyük keyif alıyor, tek sıkıntısı bu işleri yaparken sohbet edecek ya da ona yardımcı olacak birilerini her zaman bulamamak. Malum herkesin kendine göre bir işi var. O gün birlikte sabunların üzerine keçe kapladık ve sonra bunları güneşte kurumaya bıraktık.

1-Çandır candır6

Kahvaltı, uzun uzun sohbet, öğle yemeği, keçe çalışmaları, çamaşır, bulaşık, çay saati ve hâlâ akşam olmadı. Neden biliyor musunuz? Çünkü ikide bir de telefon çalmıyor; zaten kimsede akıllı telefon yok. Vınnla internete girildiği için sürekli ekran başında durulmuyor. TV yok. Misafir gelecek, aman ortalık toplansın diye bir sıkıntı zaten yok. Sonra  iş bölümü yaparken cinsiyet gözetilmiyor, herkes her işi yapabiliyor. Derken güneş aşağı kayıyor ve bahçenin sulanma zamanı geliyor. Bu arada komşunun ineği hastalanıyor, yardıma koşuluyor ve daha benzeri bir çok beklenmeyen şey olabiliyor. Ne de olsa orası bir köy.

Şimdi size biraz bahçede yapılan işlerden söz etmek istiyorum. Daha önceden minik seralarda yeşertilen tohumlar akşam üzeri büyüyecekleri toprağa ekiliyorlar. Ama bu öyle kolay bir iş değil. Her bitkinin hangi bitkinin yanına kaç cm arayla ekileceği dersine  önceden çalışılmış, notlar alınmış. Sonra bütün domatesler yan yana bütün biberler yan yana ekilecek diye bir şey yok. Her bitkinin istediği ışık miktarına göre yerleri belirleniyor ama olası böceklenmeye karşı da aralarına başka bitkiler konuyor. Neler yoktu ki o ufacık bahçede: Kuru soğan, taze soğan, lahana, bakla, bezelye, marul, tere, roka, nane maydanoz,dereotu,çilek ve henüz çiçeklenmemiş domates, patlıcan fasulye, mısır, barbunya, kuru fasulye, biber. Unuttuğum varsa kusura bakmasın vallahi.

1-Çandır candır31-Çandır candır7

1-20150501_072605

Bahçedekiler bunlarla sınırlı değil tabi. Doğanın kendiliğinden sunduğu papatya, gelincik ve ebegümeci hem göze hem mideye hitap ediyor. Kahvaltı soframızda yer alan şu renklere ne dersiniz.1-20150502_091541

Ertesi gün Ortaca’ya pazara gidilecekti. Hem ihtiyaçları olan ve henüz bahçeden alamadıkları sebze ve meyve alınacaktı hem de Burcu’nun işleri için gereken bazı malzemeler. Bir de çok nadir kullandıkları tüp gaz. Tahmin edeceğiniz gibi bütün bunlar o kayıklardan biriyle taşındı karşıdan karşıya. Evden kıyıya bir arabayla gidildi. Kayıkla karşıya  geçildi. Boş tüp kıyıda bırakıldı. Başka bir arabayla pazara gidildi. Ve tekrar kıyıya dönüldüğünde boş tüp dolusuyla değişmiş bizi bekliyordu. Sonra yine kayık yine araba ve eve varış. O gün bir de misafirimiz oldu. Henüz kırk beş günlük bebekleriyle bir “kentten köye göçer” aileyi soframıza konuk ettik. Bebeği çok güzel bir hayat beklediğine hiç şüpheniz olmasın. Konuklarımızı uğurladıktan sonra dikiş makinesi meydana çıktı. Burcu makinede fermuar dikmeyi öğrendi. Batik yaptığı kumaşlardan minik çantalar dikiyor. Hem de astarlı ve fermuarlı. Burcu bu işlerle uğraşırken Emre de bir sonraki hafta sonu İzmir’de vereceği “şenlikli ekonomi” semineri için harıl harıl hazırlık yapıyordu. Ve tabi bahçe işleri. Akşam yemeği, ocakta pişen çay ve yanında çitlenen ay çekirdeği. Muhteşem mehtap, baykuş sesleri ve uyku.

Üçüncü gün çocuklar bize çevreyi gezdirdiler. Evden bile görüne Alagöl’e onlar yürüyerek  gidebiliyorlarmış ama bizi arabayla götürdüler.Kıyıda oturup caretta carettaların su yüzüne çıkmasını bekledik. Sonunda kendilerini gördük ama fotoğraflayamadık maalesef. Kaunos harabelerini, ve gerçek bir Çandırlı olan Mehmet Bey’in yıllarca Anadolu’dan topladığı objelerle kurduğu mini müzeyi gördük. Doğrusu Mehmet Bey’in sohbeti doyumsuzdu. Emre’nin yol boyu gördüğü bütün köylülere tanısın tanımasın selâm vermesi, onların da karşılık vermesi dikkat çekiciydi.

Ve dört günlük ziyaretimizin sonuna geldik. Dönüşte İzmir’e gitmeyi planlamıştık ve bunun için Ortaca’dan otobüse binecektik. Ama enerjiler hareket etti ve armağan ekonomisi tesadüf eseri devreye girdi. (yoksa tesadüf diye bir şey yok mu?) Fethiye üzerinden İzmir’e arabalarıyla giden bir arkadaşları o sabah Çandır’a kısa bir ziyaret yapmak isteyince otobüs biletimiz iade oldu ve biz arabayla gayet rahat bir yolculuk sonunda İzmir’e vardık. Hem de yepyeni dostlar edinmiş olduk.

Evet, Çandır canmış meğer…  Yazılanları okumak, fotoğraflara bakmak yeterli değilmiş. Kısacık da olsa orada bulunduğumuz için çok mutlu olduk. Üstelik  tanıştığımız her Çandır köylüsünün kızımızı kendi kızları saydıklarını duymak pek hoşumuza gitti.

Bu yazıyı okuyunca birçoğunuzun aklına şu soru gelecektir. Eeeee, bu  çocuklar para kazanıyorlar mı? Veya, ihtiyaçlarını nasıl karşılıyorlar? Kaç parayla geçiniyorlar? İşte bunların cevapları da Emre’nin yazılarında okunmayı bekliyor. http://icimdensohbetler.blogspot.com.tr/

“Çandır candır” efendim. Yaşamasını bilenlere… Mutlu olmasını bilenlere… Mutluluk ne midir? Aşağıdaki fotoğraf bunu cevaplamaya yeterli mi sizce?

1-candırNot: Bu fotoğrafı ben çekmedim ama bizden birkaç gün önce bir arkadaşları çekmiş.Paylaşmadan duramadım.

Reklam
9 Yorum leave one →
  1. arzuscan permalink
    20 Mayıs 2015 16:17

    harikasınız…

  2. tijen64 permalink
    16 Mayıs 2015 03:36

    Yaşsın Burcu’nun annesi 🙂

  3. bahtiyar permalink
    14 Mayıs 2015 22:54

    büyük bir keyifle okudum,gerçekten çok güzel aktarmışsınız sanki sizinle beraber gezdim oraları.emeğinize sağlık.

  4. 12 Mayıs 2015 14:01

    link şu şekil: https://heryerbenimevimdir.wordpress.com

    memnun oldum Burcu, yeni hayranınım

  5. 12 Mayıs 2015 13:15

    Bir annenin yazması başka, hemen anneme yolladım 🙂
    teşekkürler

  6. 12 Mayıs 2015 10:30

    Bravo! :)) Çok güzel anlatmışın annem be

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: