Daha Yazacak Çok Şeyim Var 2
Kalkan Clup Patara
Eveeet nerede kalmıştım? Yazacak çok şey olduğundan söz ediyordum değil mi? Kalkan’da geçirdiğimiz tatilden ve pişirdiğimiz
karidesli makarnadan söz etmiş,tarifini de vermiştim. Ne yazık ki sayılı gün çabuk geçiyor.
Tatil bitti ama biz dönüş yolumuzu biraz uzattık. İki yıl önce Nazilli İpek Hanım Çiftliği’ni ziyarete gitmiş ve yayla evinde konuk olmuş ve çiftliğin keyfini çıkartmıştık.Bu yıl o zaman bize katılamamış olan kızkardeşim ve eşi ile beraber çiftliğe uğradık. Sanıyorum o gün çiftliğe vardığımızda yere yumurta atsak pişebilecek kadar sıcaktı ve bizim gittiğimiz saatte tarlada kimseler kalmamış, herkes gölgelere kaçmıştı. Kaçmıştı derken çiftlikte hayat durmuyordu.
Bir bakışta büyüklüğünü kestiremediğim ama yaklaşık bin metre kareyi geçen bir depoda sayamadığım kadar kadınlı erkekli eleman paketleme işi yapıyordu. Ağzı açık kolilere adresler yazılmış, sipariş formlarına göre içleri dolduruluyordu. Acaip dikkat isteyen bir iş ve hata yapma olasılığının çok yüksek olduğunu gördük. Buna rağmen çoğu kez siparişlerimizin tastamam geldiğini de unutmamak lazım. Ayrıca belki ikiyüz metre kare büyüklüğünde bir mutfak gördük ki, burası hamurhaneymiş.Listedeki o nefis pastane ürünleri ve hamur işleri burada hazırlanıyormuş.Bir laboratuarı andıran bu bölüme girmek için özel giysi gerekiyordu ve biz kapıdan bakmakla yetindik. Bir diğer mutfak bölümünde ise aşırı sıcağa rağmen köylü kadınlarımız oturmuş saçta yufka pişiriyorlardı. Bunlar da paketlere yetişecekti. Küçük bir bölümde de çiftliğin kendine has sabunlarının paketlenmekte olduğunu gördük. Hemen sipariş listemize bu sabunlardan ekledik.
İki yıl öncesine göre eklenen depoları ve açılan yepyeni bölümleriyle çiftliği son derece gelişmiş ve modernleşmiş gördüğümü söylemeden geçemeyeceğim. Tavuklar, ördekler, kediler, köpekler hepsi serbestçe dolaşıyorlardı. Hayvanseverliğiyle de bilinen çiftlik sahibesi Pınar Kaftancıoğlu bir yandan bizi serin bir mekanda ağırlarken bir yandan da verdiği talimatlarla koçuna eziyet eden bir köylünün elinden hayvacağızı kurtarmak için satın almaya çalışıyordu. Son zamanlarda çiftilkte olan biteni ve yeni projelerini bir çırpıda anlatırken çok sevgili torunu Mavi’nin fotoğraflarını da gösterdi. Ziyaretimizi bir daha sefere yine orada konaklayacağımıza söz vererek tamamladık ve çiftlikten ayrıldık.
Yayla Evlerinden biri
Dönüş yolumuzu bir hayli uzattık demiştim ya. Önemli bir sebebi vardı. Niyetimiz çok uzak olmadığını umduğumuz bir tarihte yerleşmeyi düşündüğümüz Urla’ya uğramak, bu amaçla geçtiğimiz günlerde aldığımız toprağımızı ve çevresini görmekti. Urla bize kucak açtı.Sevimli sokakları, temiz havası, bağları ve bahçeleriyle halen sakin görünen bu beldeyi çok sevdik. Sevdik demişken, bize bu toprağı satan, hayallerimize bir adım daha yaklaştıran aileyi de pek sevdik.
Yaklaşık altı yedi yıldır Urla’da yerleşmiş olan ve daha şimdiden kendi buğdaylarından un elde eden, hayvanlarının sütünden peynir yoğurt ve hatta sabun da üreten, yünlerinden çok şık keçe eşyalar yapan bu aileye ve burada kurdukları çiftlik hayatına hayran kaldık.
Onlardan ayrılırken komşu olacağımız günlerin yakın olmasını diledik.
Eve vardığımızda bizi bekleyen sürpriz karşısında nasıl şaşırdığımızı anlatamam. Daha henüz iki hafta kadar önce yumurtadan çıkan kumru yavrularını mutfakpenceremin önündeki saksıdan bizi seyrederken gördüğümde gözlerime inanamadım. Bu kadar kısa sürede ana babalarının yarı büyüklüğüne ulaşmışlar ama henüz uçamıyorlardı. Sabah olur olmaz fotoğraflarını çektim. Yıllardır pencceremin önünde yuva yapıp bir türlü yumurtalarını koruyamamış bu kumrular sonunda yavrularına sahip olmuşlardı. Şimdi gidip gelip onalra yem taşıyorlar. Hayat bu işte.